Bu oyunlar onları Türkiye `nin ve dünyanın iki önemli moda tasarımcısı haline getirdi. Süer ve Ünal , bu yıl da Aydın Doğan Vakfı `nın 10 yıldır farklı alanlarda, alanının tanınmış, ülkesine, dünyaya ve insanlığa katkılarda bulunmuş, kendilerini yaratıcılığa adamış kişilerine verdiği ödülün sahipleri oldu. Aşağıda, Onlarla, modayla tanışmalarını, moda yaklaşımlarını ve dünyada nasıl karşılandıklarını konuşulduğu söyleşiye yer veriyoruz
Bebeklerinize elbise diker miydiniz?
Özlem Süer : Evet! Dikiş dikilen bir ailede büyüdüm, çocuklar hep `İğneye basma` uyarısıyla yaşardı. Hayatımda oyunun yerini kitabın almasıyla hayal kurmaya başladım. Sonraki yıllarda hayatımda hep edebiyat ve felsefe oldu. Bugün yaptığım işte, işin filozofisini arama bunu edebi bir karakterde ortaya koyma kaygısı hep o yaşlarda başladı. Bugün bir şeylerin yanına gelmesini beklemeden yola çıkmış olmayı da bu öykülere, oyunlara bağlıyorum. Aslında sekizle 38 yaşım arasında fark olmadığını gördüm ve çok mutluyum. Aynı oyunları yine oynuyoruz diye düşünüyorum.
Sizin babanız terziymiş zaten…
Ümit Ünal : Çocukken babamla zorum vardı. Çok usta bir terziydi, ama çok zor bir adamdı. Onun davranış biçimlerinin tam tersini uygulamayı hedef edinmişti bilinçaltım. Terzilikten, konfeksiyondan nefret ettim. İlk kararım yazar olmaktı. Ama babamın atölyesinde, okuldan artakalan zamanlarımda, bir tekstil işçisiydim. Arkeoloji ve sanat tarihinin ardından Güzel Sanatlar `a girerek tekstil okudum. Yıllar sonra babama, `İstediğin oldu işte` dedim. O da `Ben senin modacı olmanı değil, tekstilci olmanı istemiştim` dedi . Fakat şimdi çok mutlu olduğuna inanıyorum tabii.
İkinizin de tasarımlarının öyküleri var. Önce hikaye mi beliriyor kafanızda?
Ü.Ü.: Bir tasarımcının ürününden hayatın neresinde tıkalı kaldığını, neresinde açmazları olduğunu anlarsınız. Ben son iki yıldır senede tek koleksiyon hazırlayıp tek bir konsepte odaklanıyorum. Artık bir konseptiniz varsa dünyadan onay alıyorsunuz . İlgilenmeyenlere de modanın içinden bir şey verebiliyorsanız, insanlar koleksiyonunuzu sergi gezer, kitap okur gibi görebiliyorsa onda bir değer vardır.
Ö.S.: Tasarım disipline olmuş bir yaratıcılıktır. Metotsuz davranmak zaten ilkelerine aykırı. Her tasarımcının ürünü kendi bireysel yolculuğunun bir parçasıdır. Okuduğumuz bir satır , bir fikir, onun altı ayımızı birlikte yaşayacağımız bir kahramana dönüşmesine neden oluyor. `Bir sonraki ne olmalı?` diye hiç düşünmedim. Bazen birini yaşarken, öbürünün ipucunu da görebilmeye başlıyorsunuz.
Biz Türkiye `den birileri dünyada başarılı olunca ona hemen `temsil etme` misyonunu yükleriz. Yurtdışındaki şovlara katılırken sorumluluk hissi oluyor mu ?
Ü.Ü.: Siz öyle bir sorumluluk taşımasanız da dünya bundan çok hoşlanıyor. Uyruğunuz ve yaşadığınız yerle çok ilgileniyorlar. Katıldığım bir fuarda çok önemli bir ödül aldık. `İnsanlar Türklerin de neler yapabileceğini görsün!` diyen yabancılar oldu. Aslında bunun altını çiziyor olmaları, küçümseyici bir şey. Ben hiç milliyetçi değilim, dünyalıyım. Tanrı `nın beni İstanbul topraklarında hayata getirmiş olmasının bir tesadüf olduğuna inanıyorum.
Ö.S.: Her seferinde önce `İtalyan mısınız, tasarımlarınız onlara benziyor` diyorlar, sonra `İspanyol musunuz?`… Ama biz hemen ne olduğumuzu anlatıyoruz. Dünya global moda hareketinin en yüksek olduğu dönemi yaşıyor. Bir de Avrupa `yı , ABD `yi tüketmiş olmanın ve artık yeni coğrafyalardaki kültürlerle buluşma ihtiyacının çok yüksek olduğu bir dönem. Bu coğrafyanın çoksesliliği, farklı kültürlerin bir arada aynı yerde konumlanmış ve zamanda izler bırakıp geçmiş olması hepimiz üstünde etkili. Buradan dünyaya moda yapıyor olmak çok önemli.
Ü.Ü.: Yedi yıl önce ilk uluslararası sergilemelerimi yaptım. İlk siparişleri aldığımda müşteriler “Made in Turkey ` etiketi koyma, seni satarken Paris `te yaşayan bir Türk olduğunu söylüyoruz` diyordu. Ki ben hiç Paris `te yaşamadım. Sebep olaraksa Türkiye `nin henüz moda imajı yüksek bir ülke olmadığını gösteriyorlardı. Ama şimdi böyle bir şey yaşamıyorum. Bugüne kadar Türkiye tanıtımı hep geleneksel kültürle yapıldı, dolayısıyla bizi etnik kültürden biri olarak tanıdılar. Ama beş yıldır dünyanın kabul etme kıstasının da çok yukarısında olan bir tanıtım dili benimsendi.
Bu yıl Aydın Doğan Vakfı Ödülü `nü almayı bekliyor muydunuz peki?
Ü.Ü.: Beklemiyordum ! Müthiş bir sürpriz ve gerçekten ödül oldu. Ödülün, bu işin dünya duraklarını tercih eden bireylere gitme olasılığının daha yüksek olduğunu düşünüyordum. Tasarımcı olabilmek için yaratıcılık önemli ama sizinle birlikte çalışan makineciyle, aracına bindiğiniz taksi şoförüyle ya da kafesinde oturduğunuz garsonla ilişkinizin de aynı başarıyla sürüyor olması gerekli. Yaş olarak da bu kadar erken fark edilen bir Ümit Ünal ve Özlem Süer olarak, kendi payıma ödülü ben Aydın Doğan grubuna vermeyi düşünüyorum. Çünkü bu ödülün manevi değeri aslında farkındalıktır. Ödülü; ülkesinde kendi insanlarıyla, dünya duraklarında Türk modellerle defile yapan, Türk koreograf Zeynep Arkök`le çalışıp, dünyaya sadece tasarımcı olarak değil, koreografı, mankeni, ışık sistemi, müziğiyle bir Türk grubu olarak giden bir Türk tasarımcısı olarak yüzde yüz hak ettiğime inanarak kucaklıyorum.
Ö.S.: 17 yaşından beri bu sektörün içinde var olan, tasarım adına bu ülkenin doğusundan batısına her yere giden bir tasarımcıyım.
Ümit `le de bugüne kadar enerjilerimiz, yollarımız o kadar çok birleşti ki. Tesadüf, ayrı ayrı başvurmuşuz. Belki bu ödül dışarıdaki arkadaşlarımızın da yakın olduğu bir ödül olarak görülüyordu. Bu coğrafyada tasarım kimliğine emek vermiş iki kişiyi ödüllendirmiş olmalarını çok yürekli buluyorum. Moda tarihi adına yakında duranı, içinde olanı, emek vereni görmelerini… Dünyanın keşfedip sahip olmak adına hareket ettiği bir anda, belki de bir süre sonra burada olmayacağımızı hissettiğimiz bir dönemde farkımızda ve yanımızda olduklarını hissettirdikleri için, biz de burada olmaya devam edeceğiz.
BAHAR ÇUHADAR